20 Haziran 2016 Pazartesi





HALLSTATT :  ÇİNLİLERİN KOPYASINI YAPTIKLARI BİR MASAL KÖYÜ



by...........Discover Austria






Bir ülkeyi sadece başkentini gezerek tanıyamazsınız. Çünkü adı üstünde "başkent". Ülke buradan yönetildiğine göre, ele güne karşı bakımlı, iyi görünümlü, temiz olmak zorunda. Başkent bir ülkenin bir nevi  "misafir odasıdır" benim düşünceme göre. İşte böyle düşünerek Avusturya'yı daha iyi tanıyabilmek adına düştüm yollara. Varacağım yer adı dillerden düşmeyen küçücük bir köyolan Hallstatt'tı.

Viyana' nın serin ama yumuşak havasını içime çekerek erkenden Westbahn'a gittim. Yolculuğumu trenle yapacaktım ve burada trenler dakik hareket ettiğinden kaçırmamam gerekti. Westbahn özel bir şirkete ait olduğundan trenin içi gayet lüks ve temizdi. Aslında  hızlı olması nedeniyle tercih etmiştim ama rahat olması da işime geldi. Çünkü  ilk durak Salzburg ' du ve Viyana-Salzburg arası hızlı trenle 2,5 saat sürüyordu. Süreleri yazmamın nedeni; seyahat bloglarından okuduğum süreleri hesaplayarak yola çıktım, ne yazık ki doğru süreler verilmediğinden  dönüşte trenleri hep kaçırdım. Ve Avrupa' da son dakika biletlerinin  oldukça pahalı olduğunu biliyordum. 2,5 saat sonra Salzburg Merkez Tren İstasyonundaydım. Buradan Attnang-Puchheim' a giden trene bindim. Bu tren devlet treniydi. Her yerde olduğu gibi devlete ait olan şeyler nasılsa öyleydi. Avrupa' da olması bu durumu değiştirmiyordu. Tren hareket etmeden önce yolcu profilini incelemeye başladım. Tren Bavyera' ya gidiyordu ve Bavyera denilince aklıma ilk gelenler  sayısız pitoresk köyler, tarım ve hayvancılıktı. Dolayısıyla burada yaşayan çiftçileri gözlemle şansım da olacaktı, en azından trendekileri. Yanılmadım; kılık, kıyafet, hal ve tavırlarından hemen tanıyorsunuz onları. Dikkatimi çeken ise ayaklarındaki trekking botlarıydı. Salzburg-Attnang-Puchheim arası Bir saat kırk dakika sürdü. Salzburg' dan ayrılıp Bavyera' ya doğru yol aldıkça manzaranın güzelliği karşısında adeta büyülendim. Trenin bir sağına bir soluna koşturup fotoğraf çekmeye çalışıyordum. Hava günlük güneşlikti ve her yer pırıl pırıl gözüküyordu. Tren ilerledikçe ve Alp Dağları görünmeye başladığında  manzara bana çok tanıdık geldi. Sanki Ayder Yaylası' na gidiyordum. Ahşap köy evleri bile Doğu Karadeniz' in geleneksel mimarisini andırıyordu. Avusturya Alpleri ülkede batıdan doğuya doğru üç sıra halinde uzanırlar. Tren doğal olarak iki sıra halinde uzanan dağların arasından yol alıyordu. Karadeniz yaylalarından farklı olarak burada dağlar arasında bulunan düzlüklerin geniş olmasıydı. Bu nedenle yerleşim bu düzlüklerde yapılmış. Doğu Karadeniz' de ise düz bir yer bulmak mümkün olmadığından dağ yamaçlarına kondurulmuştur evler genellikle. Orta Avrupa' da ben,  bulutların çok güzel ve farklı kombinasyonlar yaptığını gördüm. Sanki gökyüzü daha mavi, bulutlar daha beyazdı. Bir de çayırların yeşiliyle ağaçların yeşilini ekleyince buna, manzarayı seyretmek doyumsuz diyebilirim. Yol boyunca kendimi rüyada gibi hissettim, uyanınca bitecek bir rüya. Bu bölge Avusturya' nın göller bölgesi olarak anıldığından yol boyunca gördüğüm göllerin güzelliğini de eklemeliyim. Göl, dağ ve yelkenlilerin oluşturduğu manzarayı hayal edin yalnızca. Hayali bile huzur dolduruyor insanın içine değil mi?
İşte trenden çektiğim kareler:























Tren yavaş olduğu ve ara istasyonlarda durduğu için bir buçuk saati aşkın bir süre sonra Atnang-Pucheim' e vardık ve Hallstatt' a gitmek için Stainach- Irdining yönüne giden trene bindik. Harika manzaraları seyrede seyrede 1,5 saat süren yolculuktan sonra Hallstatt göründü. Ama bir sürpriz de bizi bekliyordu; günlük güneşlik hava istasyona vardığımızda yağmura dönüştü. Alp Dağları' nın ortasında masmavi bir göl. Dağ havası kendini gösterdi ve soğuğu hissettirmeye başladı. Olsun, manzara her şeye değerdi. Alpler genellikle kayak yapmak isteyenlerce tercih edildiğinden nedense hayalimde hep çıplak dağlar vardı ve yol boyunca dağların bütünüyle ormanlarla kaplı olduğunu (hem de devasa boylarıyla ladin ormanı) gördüğümde şaşırdım. Orman üst  sınırının bu kadar yüksek olduğunu tahmin etmiyordum. Biliyordum ki, ormanların yetişebildiği en yüksek sınır olan bu sınır, yükselti, enlem, bakı ve hakim rüzgar gibi faktörlere bağlı olarak her yerde farklılık gösterir.Ve burada dağlar yemyeşil...(Avusturya' nın %47'si ormanlarla kaplı ve doğayı çok iyi koruyorlar.)

Tren istasyonundan köye motorla 5 dakikada vardık. Motordan uzaktaki köy harika görünüyordu. Daha köye adımımı atar atmaz bir masalın içine daldım sanki. Ben o anda bir masal kahramanıydım ama hangisi? Cevap vermeyeyim. En iyisi köy hakkında bilgi vermekle yetineyim.
Hallstatt, Avusturya' nın Yukarı" Avusturya bölümünde bulunan Hallstatter Gölü' nün güney-batı kıyısında  yer alan şirin mi şirin bir köy. Köy öylesine güzel ki, Çinliler dayanamayıp Hallstat' ın kopyasını kendi ülkelerinde inşa etmişler. İşte bu nedenle Hallstatt'ı  benzersiz kılan da dünyada tamamı kopya edilmiş ilk ve tek yerleşim yeri olması. (Çinlilerin taklitteki başarıları malum. Beni düşündüren Avusturyalıların bu kopyalama-köy ile ilgili ne yaptıkları, hukuki bir yola başvurup vurmadıkları oldu.) Orijinal Hallstatt köyünün her detayı, Guangdong Eyaleti' nin Huizhou şehri yakınlarında bire bir kopyalanmış ve 2012 yılında sahte Hallstatt ziyaretçilere açılmış. Sanırım bu durum,  Hallstatt' taki  ziyaretçilerin üçte ikisinin Uzak Doğu' lu olmasını açıklıyor. Yani anlayacağınız köy küçük ama adı çok büyük.:) 














2001 yılında gerçekleştirilen nüfus sayımına göre köyün nüfusu 946' ymış. Tarihi, kültürel ve doğal güzellikleri harmanlayan Hallstatt, UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesi' nde yer alıyor. Hallstatt, tarih öncesi çağlardan beri süre gelen tuz üretimi ile Dünya tarihinin en eski tuz madenine sahip bir köy . Dünyanın bilinen ilk tuz madeni olmasının yanı sıra, "dünyadaki ilk boru hattı" da Hallstatt' ta inşa edilmiş. 1595 yılında 13.000 ağaç oyularak inşa edilen bu boru hattı aracılığıyla, çıkarılan tuz 40 kilometre uzaklıktaki Ebensee' ye aktarılmış. Köy meydanının yukarısından hareket eden finikülerle dağa çıkıp tuz madeni gezilebiliyor. Ben, dağ havasını soluyarak göl kenarındaki bir kafede manzaranın tadını çıkarmayı tercih ettim. Köyde tuz taşıyan işçi heykeli de var. Ayrıca Kültür Mirası Müzesi görülmesi gereken yerlerden biri. Hallstatt' ın 7000 yıllık tarihini sergileyen müzede bölgeyle ilgili geniş bilgi edinebilirsiniz. Hallstatt, M.Ö. 12. yüzyıldan, M.Ö. 6-8. yüzyıllara kadar neredeyse bütün Avrupa' yı etkisi altına alan Kelt (Celt) kültürüne de adını veriyor. Hallstatt Kültürü olarak adı geçen bu kültür, Batı ve Doğu Hallstatt alanları olarak adlandırılan farklı coğrafi bölgelere ayrılıyor. ( Bu bölge, neredeyse bugünkü Avrupa Birliği sınırlarını kapsıyor.) Müzede yer alan Hallstatt' taki en eski arkeolojik buluntulardan biri  ise, Keltlere ait olduğu tahmin edilen ve M.Ö. 5500 tarihine kadar ulaşan bir ayakkabı.









Market Square (Market Meydanı), köyün ortasında bulunmakta ve tarihi 14. yüzyıla dayanmakta. Meydanın tam ortasında Holy Trinity (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) Sütunu bulunmakta ve meydanın çevresi cafe, restoran, hediyelik eşya satan mağazalar ve birkaç otel ile çevrili. Meydandan yukarıya baktığınızda yükseklerde adeta ormanla bütünleşmiş rengarenk köy evlerinden gözlerinizi alamıyorsunuz. Japonlar kıskanmasın ama evlerin balkonlarındaki çiçek düzenlemeleri de takdire şayan doğrusu.



















Hallstatt fotoğraflarının belirgin simgesi olan Hallstatt Protestan Kilisesi' nin yapımı 18. yüzyıla dayanıyor ve yapımı 5 yıl sürmüş. Benim gezip görmeyi istemediğim tek yer Beinhaus denilen "Kemik Evi" oldu. Adı bile insana korku salıyor. Hallstatt' ın doğası dağ ve orman örtüsünden ibaret olduğundan toprak sınırlı. Öyleki ölüleri gömecek yer bulmak bile sorun olunca ölüler geçici olarak gömülmeye başlanmış. 10-15 yıl sonra kemikler mezardan çıkarılıyor, kafataslarına ölen kişinin adı, mesleği, ölüm tarihi yazılarak özel bir biçimde dekore ediliyor ve bu Kemik Evi' nde sergileniyormuş. Onların yerlerine de ölenler gömülüyormuş. Aldığım bilgiye göre, Katolik Kilisesi ölülerin yakılmasını onayladıktan sonra bu uygulamaya son verilmiş. Şimdi anlayabildiniz mi Kemik Evi' ni gezmeme nedenimi. 

Köyün tamamını bir-bir buçuk saatte gezebiliyorsunuz. Ondan sonra keyfinize göre ya göl kenarındaki cafelerden birinde manzara eşliğinde kahvenizi yudumlayabilir, ya elektrikli botlarla göl turu yapabilir, ya da köyün üst kısmına tırmanıp yukarıdan muhteşem manzarayı seyrederken aynı zamanda  güzel kareler yakalayabilirsiniz. İsterseniz de gölde yüzen  kuğuları ve ördekleri besleyebilirsiniz.

Avusturyalılar doğayı koruma konusunda son derece hassaslar ve doğaya müdahale etmiyorlar, doğayı kendi haline bırakıyorlar. Araştırmama göre, Avusturya, Avrupa' da doğasını en iyi  koruyan  ülkelerin başında geliyor. Ülkenin toplam alanının %24' ü doğal koruma altında.  Böyle olunca da turizm, özellikle dağ ve doğa turizmi çok gelişmiş. Alplerin 2150 metreye kadar olan yükseklerinde mevcut olan ormanların büyük bir kısmının özel şahıslara ait olduğunu öğrendiğimde ormanlarımızı koruyabilmek için bizde mi böyle yapsak diye düşünmedim değil.

Güzel olan her şeyin bir sonu vardır, zaman çok çabuk geçmişti. Gök gürültülü sağnak yağış şiddetlenmişti, dağlara sis çökmüştü ve akşam olmuştu. Gönlüm hiç istemese de Hallstatt' tan ayrılma vakti gelmişti. Motora binip tren istasyonuna vardık. İstasyonda treni beklerken, buraya kim bilir bir daha ne zaman gelirim diyerek gelen trene atlayıp son durağa gitmeye karar verdim. Son durak; Stainach-Irdining' ti. Bir saate yakın bir süre sonunda istasyonda indiğimde, çevrede in- cin top oynuyordu. Şöyle bir gezineyim derken, elimi atsam yakalayacakmışım kadar yakın bir mesafede duran, üzeri karlar ve buzlarla kaplı kocaman bir dağ kütlesi karşımda duruyordu ve dağ çıplaktı. Yağmurun şiddeti ve akşamın alaca  karanlığının etkisiyle olsa gerek biraz ürktüm. Trenin hareketine daha iki saat vardı ve hava çok soğuktu. İstasyonun kaloriferleri yanan iç kısmında dinlenerek geçirmeye karar verdim bu süreyi. Çünkü burası tuz madeninin dağıtımının yapılması için yapılmış eski bir istasyonmuş. Yani sadece bir istasyon köyü. Benim içinse, hayalimdeki çıplak, karlı, buzlu Alpler'i gerçeğe dönüştüren özel bir yer oldu.

Yolcu yolunda gerek diyerek atladım gelen trene ve  kızımla birlikte yaşadığım Viyana'ya  geri döndüm. Zihnim, ruhum, bedenim tazelenmiş, içim yaşama sevinci dolu olarak...

Not: Fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir. İznim olmadan kullanılamaz.








 

2 yorum:

  1. Bir geziyi daha satırlarınızda tamamladım, teşekkür ederim.
    Merak ettiğim Çin'e karşı hukuksal bir yaptırım başlatmışlar mı?
    Ama Çin 1-e-1 kopya yapak için gelip bir ölçü alıp model çıkartması lazım, o esnada bilememişler mi?
    Neyse, soruların cevabı hayatımı etkileyecek nitelikte değil.

    Tekrar teşekkür ederim.
    Selamlar, saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hukuki boyutunu ben de sordum ama cevabı bilen yoktu. Yalnızca Hallstatt Belediye Başkanı durumu hoş karşılamamış.Uzak Doğulular fotoğraf çekmeyi çok seviyorlar ve son teknoloji makinalar kullanıyorlar. Turist olarak gelip çektikleri fotoğraflardan çakma Hallstatt köyünü inşa etmişler. Bu biliniyor. Rusya'da da Hermitaj Müzesi'ndeki Rembrant tablolarının fotoğraflarını çekip röprodüksiyonlarını yapıyorlarmış. Yine Çinliler. :) Rus rehberimiz söylemişti. Kopyalama ve klonlamada Çinlilerin üstlerine yok.
      Ben teşekkür ederim.
      Selamlar, saygılar.

      Sil